Okan Sezer
Birkaç yıl evvel yazdığım ve farklı bloglarda yayınlamayı başardığım bir adet metin. Arkeoloji Gazetesi arşivinde de yer almalı fikrine istinaden dolaşımda.
Birkaç yıl evvel yazdığım ve farklı bloglarda yayınlamayı başardığım bir adet metin. Arkeoloji Gazetesi arşivinde de yer almalı fikrine istinaden dolaşımda.
Yazı kendi içinde bir takım
teknik hataları barındırmakta. Olması gereken malzeme hacimce birkaç
köşeyi tutsa da özünde birlikten yoksun. Bir çeşit sebze çorbası için
nasıl ki kara lahana, maydonoz, havuç efendime söyleyeyim domates ve
cart-curt gibi zibil malzeme tencereye döşenir bunda da o var işte.
Lakin gerekli olan ateşe binaen ocakta durma süresi noksan. Damağınıza
yarı çiğ vaziyette kalın kalın doğranmış havuç taneleri gelebilir baştan
uyarayım. Sonradan ”Okan bunu n’için daha evvel söylemedin” falan
olmasın.
Hamiş: Dönem, çağ, evre vb
adlandırmalar ile terminolojiyi altüst etmek yahut da yok saymak kendi
kafama göre hareket etmek gibi bir derdim yok.
Önsöz Niyetine
Bugüne
kadar birçok bilim insanının araştırma konusu olmuştur mağara sanatı.
Bu naçizane yazıyı yazmamdaki amaç, araştırmalar ışığında çıkan genel
görüşleri toplamak ve biraz da kendimce yorumlamaktır. Kendimi
üretmenin ne demek olduğunu bilenlerin safına koymuşumdur hep. Hiçbir
şey üretmeyip daha doğrusu üretmek için çabalamayıp üretilenleri
tekrarlamak kendinden bir şeyler tüketmektir aslında. Bu nedenle yazımı
okuma inceliğini gösterecek kişileri düşünmeye, kabul etmek yerine
sorgulamaya davet ediyorum.
Üst Paleolitik Dönem Mağara Sanatı
Kimileri
için izlenmesi tutkuya dönüşmüş bir sanat, kimileri için ise arkasında
derin anlamları olan ve birçok şeyi anlatan mitoloji.
19. yy
itibariyle keşfedilmeye başlanan mağara sanatı dönemin
prehistoryenlerini bile hayrete düşürmüş, tarihi konusunda uzun bir süre
netlik koyulamayıp paleolitik insan tarafından icra edilmiş olmasına
kuşku ile bakılmıştır. ‘’1879’da bulunmuş Altamira mağarasını düşünün. O
dönemde sabit bir prehistorik sanatın varlığını yeni kabul etmiştik.’’
(Clottes 2006: 59) Bir süreliğine kuşkuya neden olan mağara resimleri
daha sonra paleolitik avcı-toplayıcı yaşamın imgesel karşılığı olan bir
sanat olarak kabul edilmiştir. Zaman olarak günümüzden önce 30 bin ile
10 bin yıl arasına, coğrafya olarak da Avrupa, Alp-Himalaya kuşağının
batı silsilesi dahilindeki Asya ile sınırlandırılan mağara sanatı bugüne
kadar hakkında birçok teorinin yapılmasına neden olmuştur.
Fransa, Dordogne’daki Lascaux Mağarası, Boğalar Salonu |
Sıraladığımız yer ve zamana yayılan Üst
Paleolitik Mağara Sanatı kimi araştırmacıların da kabul ettiği bir takım
ortak özellikleri barındırır. Bunlar arasında, işlenen figürlerin
birkaç ünik örneği dışında kalan ve genel tipolojiyi barındıran
özellikler ön plandadır. ‘’Bütün bu uzun zaman boyunca, yani günümüzden
önce 35.000’den 10.000’e teknik açıdan ve de örneklerle müthiş bir
bütünlük var.’’ (Clottes 2006: 65)
Art arda gelen keşiflerle mağara
sanatının belli coğrafyalarda yoğunlaştığı gözle görülür bir hal
alıyordu. Kuşkusuz bu, insan toplulukları arasındaki yaşam
farklılıklarının ötesinde coğrafi
şekillerin de etkili olduğu bir dağılımdı. ‘’Resim içeren mağaraların en
yoğun olarak bulunduğu bölgeler son buzul çağının güney eteklerinde yer
alan Orta ve Kuzey İspanya, Güney Fransa, Kuzey İtalya, Ural Dağları ve
Doğu Avrupa’ya uzanıyor.’’ (Tanyol 2000: 131) Coğrafya sadece mağara
sanatının dağılımında değil çağdaş kültürler arasındaki farklılıklarda
da rol oynamıştır.
‘’Doğu Avrupa’da Gravettien kültürünün
Avrupa’nın batısından en önemli farkı, burada doğal olarak mağara
bulunmadığı için, açık hava yerleşmelerinin sayısının daha fazla olması
ve bu açık hava yerleşmelerinde kulube tipi yapıların bulunmasıdır.’’
(Dinçer 2003: Doğu Avrupa’da Üst Paleolitik Çağ, PALEOBERKAY.CJB.NET)
Şimdiye kadar keşfedilen mağaraların bir bütünlük dahilindeki nitel
farklılıkları ve nicel büyüklükleri de göz ardı edilmemelidir. Adeta her
biri farklı bir yaşamı, anlayışı ve yorumlamayı anlatan mağaralar
geçmişte kalmış kültürlerin imge depoları gibidirler. ‘’Şimdiye değin
Avrupa’da 200’den fazla resimli mağara ve 10binin üzerinde –taşınabilir
sanat diye adlandırılan- süslemeli nesne ortaya çıkarılmıştır.’’ (Lewin
2004: 180)
Kuzey İspanya, Güney Fransa gibi coğrafyalarda mağara yoğunluğu artar |
Mağara Resimlerine Genel Bir Bakış
Altamira’da,
Lascaux’da Homo Sapiens’in bilinen ilk soyut düşüncelerini
görebilmekteyiz. İnsan betimine neredeyse hiç rastlanmayan resimler,
sahibinin takdir toplayacağı yani herkesin görebileceği bir mekan yerine
daha çok mağaranın ulaşımı güç, izbe mekanlarına yapılıyordu. ‘’El
resimleri ve bazı fantastik resimlerdeki hayvan-insan karışımı figürler
bir yana bırakılırsa ana tema yalnızca av hayvanlarıdır.’’ (Tanyol 2000:
132)
Besin
ekonomilerinde çok fazla yer kaplamayan (at, bizon gibi) hayvanların
oluşturduğu sahneler çoğunluktaydı. İnsan yerine hayvanlarla
oluşturulan sahneler, avcı-toplayıcı topluluklarının antropomorfik bir
düşünce yapısına sahip olduğuna yani doğayı sosyal terimlerle
düşündüğüne kanıt oluşturabilir. Aslına bakılırsa antropomorfik düşünce
yapısı günümüz insanında da mevcuttur. Sokağımızda ya da okulumuzda
gördüğümüz bir hayvana insan adı vermek ve onla olan ilişkilerimize
insani duygu, amaç ve maksatlar yakıştırmak sırf bu yüzdendir.
‘’Paleolitik sanata ait ilk eserler, antropomorfizmin 40 000 yıl önceki
kültürel patlamaya kadar uzandığını göstermektedir.’’ (Mithen 1999: 190)
Belli
bir perspektifin olmadığı sahnelerde önemli bir unsur figürlerin statik
olmayışıdır. ‘’Daha da önemlisi belki resimlerdeki av hayvanlarının
hareket halinde oldukları göze çarpar. Bacakların duruşu, beden
çizgileri, ya da başın dönük biçimi bize bunu gösterir, öyle ki en erken
resimlerde bile bu hareket duygusu son derce açıktır.’’ (Tanyol 2000:
131)
Resimlerde
belli bir çeşitlilikle yerini alan renkler adeta bir armoni
oluşturmaktadır. Kırmızı gibi bazı renklerin hakim olduğu boyalar
Paleolitik insan tarafından bitkisel ve mineral maddelerden elde
ediliyordu. ‘’Boya yapımında kullanılan maddeler (pigmentler) ve mineral
dolgu maddeleri, Üst Paleolitik insanlarca özenle seçilerek, özel bir
karışım oluşturmak üzere 5-10 mikrona dek inceltiliyordu. Siyah boya,
tahmin edilmiş olduğu gibi, odunkömürü ve manganez dioksitti.’’ (Lewin
2004: Düşlem Ürünü Boyalar) Boya elde etmek içinde belli bir bilgi
birikimi gerekiyordu. Bu işe belli bir vakit ayıran bireyin, hangi
rengin hangi maddeden elde edildiğini, o maddelere doğada nasıl
ulaşabileceğini ve daha birçok ayrıntıya hakim olması gerekmekteydi.
Mağara resimlerinin hammaddesi olan boyaya ulaşmak olsun, resimlerin
duvarlardaki yerini almasını sağlamak olsun, hepsi belli bir zaman ve
çaba ile oluşuyordu. ‘’Yapılmaları bir hayli zaman almış olan bu resim
ve heykellerin yapımları sırasında, toplumun diğer bireylerinin bu
‘’sanatçıları’’ beslemiş olması gerekir. Bu nedenle de, sanat ile
doğrudan ilgili olan bu kişileri saptanabilen ilk uzmanlar olarak kabul
etmek doğru olur.’’ (Arsebük 1995: 103)
Resimlerdeki
boyutsallık, sahnelerdeki hareketlilik insan evrimi açısından Üst
Paleolitik insan topluluğunun nerelerde olduğunu bize göstermektedir.
Tıpkı alet yapımında olduğu gibi yüksek bir el-göz-beyin koordinasyonunu
gerektiren resimlerin belli bir ikonografi ile yapılması toplum ya da
hakim olan düşünüş biçiminin resimleri yapan kişilere getirdiği belli
kuralların olduğunu düşünmemize neden olmaktadır. ‘’Gerçekten,
Paleolitik sanatı inceleyen bir kimsenin gözüne çarpan ilk unsurlardan
biri tutarlılıktır. Mağara duvarına olsun, fildişine, geyik boynuzuna,
kemiğe ve taşa olsun, pek çok çeşitli biçimlerde yapılmış resim, oyma ve
heykellerde, paleolitik sanatçıların benzer davranışlarla, aynı tür
hayvanları betimlemeyi yineleyip durmuşlardır.’’ (Lewin 2004: 186)
Resimler Niçin Yapıldı? Büyü, Ayin, Mit yahut Başka Birşey?
İzleyenleri
çok farklı şekilde etkileyen bu resimler hangi dürtülerle yapılmıştı,
resimlerin topluluk içi organizasyonda bir işlevi var mıydı? Yaşamının
büyük bir bölümünü mağara duvar sanatını inceleyerek geçiren Rahip Henry
Breuil’e göre resimler sosyal yaşantının ilerlemesinde ya da farklı bir
deyişle topluluğun belli bir işe ya da amaca yönlendirmede işlev
sahibiydi. Ona göre canlandırılan sahnelerdeki hayvanlar tıpkı günümüz voodoo
ayinlerinde olduğu gibi sembolik olarak güçten düşürülüyordu.
Böylelikle topluluktaki avcılar kutsanıyor ve belki de daha önemlisi
motive oluyorlardı. İlk bakışta mantıklı gelen bu teorinin bir takım
açmazları var. ‘’Mağaralardaki betimlemelerin çoğunlukla, o insanlarca
eti yenmeyen hayvanlara ait oluşu, av büyüsü varsayımı için bir sorun
oluşturuyordu.’’ (Lewin 2004: 187) Besin ekonomilerinde pek fazla yer
tutmayan at, bizon vb hayvanlar betimlemelerin büyük çoğunluğunu
oluşturuyordu. Halbuki Breuil’in teorisi doğru olsaydı resimlerde sıkça
ren geyiği ve mamut görecektik. Prehistorik insan için sembolizmin
sosyal hayata direk yardımcı olması planlanan bir kurum ya da olgu
olmadığı düşünülebilir.
Henri Breuil, Lascaux Mağarası’nın 1940’ta bulunuşundan kısa bir süre sonra orada inceleme yaparken görülüyor (sağ parmağıyla işaret eden) |
Buzul çağı sona ermiş ve kimi bilim
insanlarınca Neolitik Devrim diye nitelenen, insan yaşamını baştan sona
değiştiren gelişmeler yaşanmıştı. Artık insanlar tam anlamıyla yerleşik
bir düzene geçmişti. Üstelik Paleolitik çağda olduğu gibi avcı-toplayıcı
bir yaşam yerine tarıma dayalı bir yaşam sürüyorlardı. Ancak Neolitik
insan da yaşadığı yahut özel işlerini gördüğü (kült gibi) yapıların
duvarına resimler yapmıştı. Bu resimlerin en dikkat çekici olanları
Çatalhöyük’te bulunanlardır. Buradaki anlatımlarda da ortak nokta
sembolizme yaşamlarını kolaylaştıracak veya sorunlarına şifa olacak bir
misyonun yüklenmemesidir. ‘’Ortaya çıkartılan hayvan kemiklerinden, hiç
kuşkusuz bura sakinlerinin, ekonomilerinde büyük rol oynayan
evcilleştirilmiş boğa besledikleri anlaşılmıştır. Daha fazla şaşırtıcı
olan ise, bu hayvanların da sembol dünyasında kendilerine bir yer
bulamamış olmasıdır. Duvar resimlerindeki çok sayıdaki hayvan sahnesinde
ise evcil boğa değil, tam aksine yaban öküzü (Auerochs), yani yabani
boğa (Bos taurus primigenius –ç.n. resmedilmiştir.’’ (Schmidt 2007: 61)
Bu anlatımların sempatik bir büyü ayininden çok daha farklı bir işlevi
olduğunu düşünülebilir.
Mağara resimlerini inceleyen bir başka
araştırmacı Jean Clottes’e göre de resimler dünyevi yetenekleri ve
sezileri topluluktaki diğer insanlardan farklı olan ve bir şekilde din
ya da başka bir örgütlenme şekli ile toplumu yönlendiren kişiler
tarafından yapılıyordu. Analojik yaklaşımlarla bu kişinin prehistorik
bir şaman olduğu görüşünü benimsemiştir.
Mağaraların
yaygın kanının aksine insanların tüm zamanlarını geçirdikleri bir mekan
olmaktan çok kimi zamanlarda bir takım özel işlerini yürüttükleri
mekanlar olduğunu ileri sürmektedir. Bu özel işler de şaman varsayımı
doğrultusunda kült ve ritüel özellikler taşır. Şaman resim sanatındaki
hakimiyeti ile aynı zamanda bir sanatçıdır. Şaman çizimlerini resimden
beklenilen şifa ile yapardı. Üst Paleolitik mağara sanatının bütünlüğü
düşünüldüğünde sanatçı-şaman varsayımının tüm mağaralarda görülmesi
gerekmekteydi. Ancak bir takım acemice yapılmış orantısız resimler hakim
konumdaki sanatçı-şamanı sorgulamamıza neden olmaktadır. Clottes bunu
şaman ve şamanın görevleri ile toplum arsındaki ilişkiye bağlıyor.
‘’Şamanın bazen, iyileşmek isteyen hastalar, başarı peşinde koşan
avcılar, ruhlar dünyasıyla ilişkiye girmeye çabalayan kişilerle buraya
geldiği düşünülebilir. Şaman bir bizon çiziyor, yanındaki birkaç çizgi
ekliyor. Çocuklar belki de bazı törenlere katılıyorlar.’’ (Clottes 2006:
86) Resimlerde uzmanlaşmış bir sanatçı-şaman varlığını kabul etsek bile
acaba bu şamanın misyonu daha farklı bir şey miydi? ‘’Geleneğin
ideolojisini (inanç temellerini) simgelerini ve efsanelerini inceleyip
değerlendiren Eliade’a göre, Şamanlık temelde veya özünde, doğaüstü bir
olayı, duyguyu, zevki, doruğu, mutluluğu, cezbeyi, esenliği
yaşama-yaşatma ve paylaşma tekniklerinin bütünüdür.’’ (Güvenç 2007: 90)
Mağara
resimleri de insanlık tarihindeki birçok şey gibi belli bir birikimin ve
sıçrayışın ürünüdür. Birikim Üst Paleolitik öncesi toplulukların,
özellikle Neanderthal insanın ölü gömme geleneği ve soyut
düşüncelerinden başlamakta ve Lascaux, Altamira gibi mağaralarda ise
sıçrayış gerçekleşmekteydi. ‘’Ölü gömme geleneğinin ileriki aşamalarında
ortaya çıkan gömü hediyeleri ise (Arsebük 1995: 89), ölü gömmenin
Neandertaller için “işlevsel” olmasından çok, duygusal bir anlam
taşıdığını kanıtlamaktadır (Lewin 1999: 232).’’ (Dinçer2002: Neanderthal
Zekası, PALEOBERKAY.CJB.NET)
Mağara
resimlerinde olduğu gibi ölü gömmede de belli bir düşünüşün ve
nihayetinde topluluğu yönlendiren bir törenin varlığı hissedilmektedir.
‘’Bu töre ve töreler, insan düşününün beklenmedik ve ekonomik olmayan
yönlerde eyleme yöneldiğini kanıtlar. Ölüm dehşetiyle karşılaşınca,
ilkel duyguları bu korkuya kapılmış ve bu hayvan görünümündeki
yaratıklar düşsel düşünmeye başlamıştır.’’ (Childe 1936: 46) Bu düşünüş
bireylerin her türlü hareketinde kendini göstermeye başlamış ve
nihayetinde arkeolojik kazılarda elde edemeyeceğimiz soyut birikimleri
meydana getirmiştir. Artık insan topluluklarının elinde bu korku,
sorgulama ve daha birçok düşünce ile meydana gelmiş hikayeleri ve
efsaneleri vardı.
Her
türlü yaratıcılığın dış dünyada bir karşılığı bulunur, bir bakıma.
Resimler belki de belli bir alfabesi olan ve geçmiş hikayelerin
anlatıldığı gizli yazıtlardı. ‘’Yaşamının sonuna doğru Laming-Emperaire,
kimi mağaralardaki süslemelerin, insanın kökenine ilişkin söylencelerin
resimsel anlatımları olduğu görüşünü ileri sürmeye başlamıştı; ne yazık
ki bu varsayımını daha fazla geliştirme olanağı bulamadan 1977’de
öldü.’’ (Lewin 2004: 188) Tarih ve geçmiş belleği ‘’ilkel’’
sayılabilecek insanda bile bir çeşit ihtiyaçtır. Günümüz avcı-toplayıcı
topluluklarından olan Aborjinler yılın belli günlerinde atalarının
yaptığı resimlerin altında buluşarak ayinler yaparlar. Gelecek kavramı
olmayan ve düş zamanında yaşayan bu topluluğun geçmişe ait materyallere
ihtiyacı olduğu kesindir. Bu görevi de resimler büyük ölçüde karşılar.
‘’Margaret Conkey’e göre, Altamira Mağarası, komşu grupların güzün bir
araya geldikleri toplantı yeri olmuş olabilir.’’ (Lewin 2004:190) Acaba
prehistorik insan da günümüz avcıları gibi kendilerini bir arada tutan
geçmişlerini görmek ve hafıza tazelemek için mi toplanıyorlardı? ‘’Bu
tür mitlerin hiçbir zaman yeniden kurgulanmasının mümkün olmadığı
-kaçınılmaz- tespitini yapmak cesaretimizi kırsa ve biraz slogansı kaçsa
da, karşımızda ‘’kulisini’’ gördüğümüz, ama sahne bilgileri sonsuza
kadar kaybolmuş ‘’büyük bir tiyatro’’ var, tek perdelik bir skeç
değil.’’ (Schmidt 2007: 58-59)
KAYNAKÇA
Arsebük, G., 1995, İnsan ve Evrim, İstanbul, Ege Yayınları
Childe, G., 1936, Kendini Yaratan İnsan, İstanbul, Varlık Yayınları
Clottes, J., J.Guilaine, D. Simonnet,
Langaney, A,2006, İnsanın En Güzel Tarihi, A. Çaykara (Çev.), İstanbul,
Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
Dinçer, B., 2002, Neanderthal Zekası, PALEOBERKAY.CJB.NET
Güvenç, B., 2007, Kültürün Abc’si, İstanbul, Yapı Kredi Yayınları
Lewin, R., 2004, Modern İnsanın Kökeni, Nazım Özüaydın (Çev.), İstanbul, TÜBİTAK
Mithen, S., 1999, Aklın Tarihöncesi, İrem Kutluk (Çev.), Ankara, Dost Kitabevi Yayınları
Schmidt, K., 2007, Göbekli Tepe, Rüstem Aslan (Çev.), İstanbul, Arkeoloji ve Sanat Yayınları
Tanyol, T., 2000, Mağara Resimlerini Okumak, İstanbul, Sanat Dünyamız YAPI KREDİ YAYINLARI
*Bu yazı 1 Ocak 2012 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder