10 Mayıs 2014 Cumartesi

Man to Man: Kravat Takıp Viski İçebildiğin Kadar İnsansın

 Okan Sezer

İnsan çeşitliliğini anlamak ve bu anlama çabası zorlu ve karmaşık bir yoldan geçti şimdiye kadar. Anlama çabası diye yeni bir hücre katıyorum zira durulan noktalara göre farklı anlayışların iştirak ettiği paradigmalar, ölçütler vb oluşturulmuş, geliştirilmiş ve yıkılmıştır. Bilhassa batı merkezli bilim dünyası tarihinde kültürel ölçütlerden çok fiziksel ölçütlere güvenilmiş, çokça zaman iki ölçütten iyisi kabul edilebilecek kültürel faktörler es geçilmiştir.

19. yy’ın ortalarında Paris ve Edinburgh’tan yayın yapan insan bilimi terazisi şaşmayacak şekilde tarihe bir sıralama getirmişti. Şüphesiz bu sıralamanın en üst seviyesinde modern sapiens ve onun özelinde Avrupalı beyaz insan yer alıyor ve yine sıralamanın en alt seviyeleri için yaşayan ‘’diğer’’ insansılar-ara geçişler bulunmak isteniyordu. Belki de bu sıralamayı kabul eden grubun en tanınmış siması Paul Broca.

Bir bakıma çeşitliliği anlamak için kullanılan kültürel ölçütler dahi büyük tehlikeler içermekte. Dönüp dolaşıp tıkandığımız yer insan ve insan kültürü nedir sorusu çünkü. Ve bu durum muhtelif zamanlarda bitevi devam etmekte ve de edecek. Ve şimdiye kadar bu soru bilimsel bir merak ve anlama çabasından çok baskın ideolojinin ve yine kültürün tekelinde, onun ihtiyaçları doğrultusunda cevaplandırıldı (Cevaplandırılıyor) çünkü (Ee malum tabi, bir de doğru kabul edilen yanıtlar için Avrupa’ya bakan bir toplamın kendisi var tüm bunların orta yerinde). Ben sorunun kökeninde; çeşitlilik, çeşitliliğin tarihi ve şimdisi için hiç bir anlamı olmayan ''ileri'' ve ''geri'' tanımlamalarını görüyorum. Bu durum scala natura-hominizasyon-ilerleme triosunun bir getirisi aslında. Ve durum tek başına, yahut da şöyle demeli; ideolojiler dünyasında günümüze büyük düşünsel miraslar bırakmış, bir çok ana doktrinde bu durum vardır. Yani: beyaz insan patentli insan merkezcilik, insanın gelişimini endüstriyel devrim ve makine iktidarı ile açıklamaya çalışan ve ‘’insan’’ türünün -ki bu Avrupalı modern insan olmakta- gelişmesini yönetecek olan değişiklikler için yanlı tarihsel göndermeleri oraya buraya sıkıştıran anlayış. Tüm bu anlayışlara göre tarih düz bir çizgide -ilerlerdi- ilerlemektedir. İlk evvel her ne kadar kimi sistem karşıtı tarafından olumlansa da yine de ‘’ilkel’’ kabul edilen komünal toplum startı verirken, köleci toplumdan pası alan feodalizm tüm kibri ile yüksek bir yerde durmakta ve bugün itibariyle sadece ama sadece bölüşüm ilişkileri tartışılan, onun dışında üretim ilişkileri konusunda her iki (üç-dört vs) cenahta da tam bir mutabakat sağlanmış olan kapitalizm.

Régis Wargnier’in yönettiği 2005 yapımı Man to Man filmi bu iş için bir giriş, girişi temel alıyor aslında. Kunta Kinte’den var bi’ yüzyıl sonra anavatanlarından koparılan ama bu kez ticari bir amaç için değil de bilim için?! alıkonulan iki Baka bireyi yukarıdaki pasajlarda bahsettiğimiz kibirli sapiensin yani Avrupalı beyazın alt basamakları için uygun görülüyor. Afrika’dan gemilere bindirilme hikayeleri biraz tuhafıma geldi doğrusu. Mevzuatı şart koşan beyaz kadın bu sözümona kargolarına ne tür bir statü vermeleri konusunda bir hayli kafa patlatıyor. Malum beğenmedikleri Birleşik Devletler’de dahi kahraman?! Yankee güneylileri darmaduman etmiş ve siyahlara özgürlüklerini?! tekrar vermişti. Şimdi bir Avrupalı olarak bu iki Baka’yı köle olarak aldık götürüyoruz diye yazamazdı ilgili belgeye. Belki her şey bilim için diye ekleseydi sahil gümrük memuru için işin rengi değişebilirdi. Bilemiyorum tabi.

Sorun şu ki, daha sonra ayılan Dr. Jamie Dodd bu iki Baka’nın düşünme fiilinden yoksun olduklarına ve ‘’hayvansı’’ özelliklerden başka hiç bi’ şeylerinin olmadıklarına kanaat getirilmesine itiraz ediyor.

Paris’te hayvanat bahçesinde sergilenmeye başlanan Bakalar’la müttefik olduktan sonra kafa kafaya verip onların da sizin-bizim gibi insan olduğu noktasından insanları ikna edici bir takım public şovlara bile girişiyor ve çoğunda başarılı oluyor. Kabul ettiriyor ettirmesine ya, burada trajikomik olan ve film yapımcılarının bir yanlışı düzelttik sanrısını tuzlayıp yedikleri şey, ‘’bakın onlar da bizim gibi insan, görüyorsunuz işte bizim gibi kıyafet giyebiliyorlar, az-biraz çalışıp basit nezaket kurallarını bile öğrettik’’ ahvali.

İnsan olmak istiyorsan bunları yapmalısın, bizim gibi olmalısın. Mesela illaki İngilizce bilmeli, edebiyatından nasiplenmelisin. Mesela bunları bilmiyorsan hani belki daha evvel kazanılmış bir zafer olarak insan kabul edilebilirsin ama çağdaş olamazsın?! Elitizmi saplantı haline getirmiş bir kıtadan da sadece böylesi bir özeleştiri çıkabilirdi sanırım. Hayal kırıklığına uğradığımı söyleyemeyeceğim.

‘’(…)Ormanın asıl sakinleri olan ve binlerce yıldır Afrika’nın yağmur ormanlarında yaşayan pigmeler (Baka, Mbuti, Twa vb) son zamanlarda tehdit altındalar. Her ne kadar her grubun kendine özgü sorunları olsa da, ormanlarını yok eden tomrukçular, ormanı çiftliklere dönüştürmeye çalışan çiftçiler ve ırkçılık bütün pigme grupların yaşadığı ortak sorun. Pigmeler paraya dayalı ekonomiyi bilmedikleri için bazı bölgelerde köylüler tarafından sürekli sömürülüp saatlerce tarlalarda çalıştırılıyorlar. Bölgedeki Fransız tomruk şirketleri ormanı büyük bir hızla katletmeye devam ettikçe pigmelerin yaşayacak yerleri kalmıyor ve yakındaki köylere kayıyorlar. Böylece kültürel özelliklerini ve sistemlerini yavaş yavaş kaybeden pigmeler resmi ekonomiye katılıp işçi olarak çalışmaya zorlanıyorlar.(*)’’

(*): Selcen Küçüküstel, Yeditepe Üniversitesi, antropoloji yüksek lisans öğrencisi.
Atlas Dergisi, Nisan Sayı: 217.

*Bu yazı 27 Kasım 2011 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder