10 Mayıs 2014 Cumartesi

Tevrat Arkeolojisi ya da Siyonizmin Yeni Silahı

Okan Sezer

Arkeoloji her türlü ideolojinin, devletin vb yapılanmanın aracı oldu geçmişte. Gustaf Kossinna tarafından örgütlenen Nazi eğitim müfredatı lise ve ilkokul seviyesindeki okullarda uygulanmış, Nazi ideolojisine uygun prehistorya dersleri işlenmiş, yine işbu ideolojiyle uyumlu kültüre dönük tanımlamalar yapılmıştır. Kapitalizm eleştirisine girişen birçok sistem karşıtı, sayılı Marksist arkeolog ve antropolog üzerinden yanlı tarihi göndermeler yapıp tüm prehistorik avcı-toplayıcı kabileleri püripak egaliter ilan etmiştir. Bunlar en uç örnekleriydi. 19. ve 20. yy bunun gibi nice denemelerle dolu.

Kubbetü's Sahra, 19. yy.
Kudüs, İbrahimi kökenli üç din için en kutsal şehirlerden biri. Hatta şöyle demeli; bu üç dinin kesiştiği en önemli nokta, ortak küme: Kudüs. Şehir -birçok çağda olduğu gibi- Orta Çağ’da, Haçlı Seferleri’yle birlikte, sürekli el değiştiriyor. Bu el değiştirmeler neticesinde herhangi bir yapı x döneminde kilise iken y döneminde cami, z döneminde ise sinagog olmuş. Birçok yapı insan toplumun kolektif ürünü ve işin özü şu ki birini bir diğerinden ayırmak ya da rafine etmek imkansız. Hal böyleyken, şu an için konuşuyorum, verili tüm ikili, üçlü ve hatta daha daha çoklu antlaşmadan, devletlerarası sözleşmelerden ve bunların sınandığı arenadan bağımsız  herkesçe kabul edilebilecek arkeolojik uygulamalar ve korumalar işletilmeli günümüz Kudüsü'nde.

Kudüs’ün statüsü belirsizliğini koruyor. Ortadoğu’da dönen kirli savaşın en gaddar tarafı ve işbu gaddara karşı temiz kalmaya çalışan diğer taraf, belirsizliğe dönük karşılıklı tartışmalara, resmi olmayan ama kendi tabanlarını motive etmeye dönük açıklamalar yapmaya devam ediyor. Siyonist devletin başkenti resmi kaynaklarda Tel Aviv olarak geçmekte. Ama her türlü uluslararası arenada ”Benim başkentim Kudüs’tür!” şeklinde bağırmakta ve kabul ettirebildiği yerlerde başkent olarak Kudüs’ü yazdırmakta. Bir nevi de facto hali. Filistin tarafındaki iddia ise ulusalcılık ve politik İslam üzerinden şekillenmekte. Kimi noktalarda birbirinden uzaklaşıp iki adım ötede birleşebiliyor bu iddia. Buna göre zaten tüm İslam dünyasında, Mescid-i Aksa’yı barındıran, en kutsal şehirlerden biri kabul edilen Kudüs Filistin halkının başkenti diğer tüm etnik ve dini gruplarla. Politik güç olarak üstünlüğü bariz olan siyonist devlet tüm aygıtları ile kendi iddiasını kanıtlamaya çalışıyor, bu iddia için her türlü aygıtı devreye soktu, buna devam edeceği de kesin.

Eski şehirdeki tapınak tepesinin hava fotoğrafı, merkezde Kubbetü's Sahra, harfler siyonist gruplarca yerleştirilmiş, Süleyman Tapınağı'nın olası yerlerini göstermekte




Siyonist bilim-arkeoloji kurumları tam anlamıyla ya da, keskin bir şekilde bu motifi işlemiyor şimdilik. Hatta zaman zaman eski şehirde varolan İslami taşınmazın yeterince korunmadığını söyleyip, ”şimdiye kadarki periyotta tarihi anlamaktan çok doğal yıkım süreçlerine, yeni inşaalara, ideolojik göndermelere yer verildi” tadında ek itiraflarda bulunabiliyorlar. Yahudi çeyreğinin dışında kalan çeyrekleri de ilgilendiren arkeolojik kazı-yeni inşaat vb konularda başına buyruk bir şekilde hareket ediyor Kudüs Belediyesi. En son tapınak tepesinin güney batı ucuna bakan kısmında, Ağlama Duvarı olarak bilinen yapıyı da içine alan platformda (Ki burası aynı zamanda Idf’ye ait güçlerin bekleme yeri, bir çeşit kontrol noktası) çalışma başlatıldı. Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahra’yı görüş alanının ortasına alarak yapılması planan merkez için Ağlama Duvarı’na bitişik yapıların kimi kısımları yıkıldı. Tarihi ya da arkeolojik envantere, taşınmaza gireceği şüpheli yapı alanlarının yıkılması başka biR şey, Yahudi çeyreğinde kalıyor velakin buraya yapmaya amaçladıkları, içinde polis merkezi, sinagog ve alış-veriş dükkanları olacak yapının inşaatı sırasında tapınak tepesine vereceği zarar, bunun ihtimali konuşulmamış. Mescid-i Aksa Vakfı bizi doğruluyor.

Yapılması planlanan merkez için yer açma/yıkım çalışmaları
Bin 996 yılında  kararlaştırılıyor ilk önce. Buna göre tapınak tepesinin batı surları boyunca arkeolojik bir tünel inşa edilecekti. Aslında Batı Duvarı boyunca uzanan antik tüneller tekrar gün yüzüne çıkarılacaktı. Çalışmalar büyük ölçüde tamamlandı. Siyonist devletin buradaki zorbalığı ise Müslüman çeyreğinde yer alan Via Dolorosa’a tünel girişi açmak oldu. Mescid-i Aksa Vakfı’ndan yetkililer, yeniden açılan bu tünelin -bilhassa Müslüman çeyreğinin altında kalan kısmının- buradaki yapıları tehdit ettiğini, tünel altında işletilen sağlamlaştırma tekniklerinin bir işe yaramayacağını, yukarıdaki yapıların doğal dayanma gücünün yok edildiğini söylemekte. Ve en önemli iddia ise; bu tünelin asıl amacı  Süleyman Tapınağı’nın kalıntılarını bulmak ve aşırı politik grupları bu yönde teşvik etmek.

2007 yılında yapımı tamamlanan bir başka tehdit: Mughrabi Köprüsü. Köprü, Batı (Ağlama) Duvarı meydanını tapınak tepesi ile birleştirmek için inşa ediliyor. Meydana göre yüksek bir kotada kalan Mughrabi kapısına daha önce eski toprak bi’ rampadan ulaşılıyordu. Aslında ulaşıma kapalıydı güvenli olmadığı gerekçesiyle. Şu anki köprü çok mu güvenli? O dönem Kudüs belediye başkanlığı yapmış Uri Lupolianski ve dahi ilk arap bakan olarak ün yapmış Ghaleb Majadele de köprünün tehlikeli olduğunu ve yapılan arkeolojik kazıların illegal olduğunu kabul ediyordu. Bunun dışında şehir mühendislerinden Shlomo Eshkol, Western Wall Heritage Foundation’a yazdığı mektupta köprünün halk güvenliğini tehdit ettiğini ve çevresinde yer alan diğer yapıları (Bilhassa tapınak tepesinde yer alan Mescid-i Aksa’yı) olumsuz anlamda etkilediğini söyledi ve yetkilileri uyardı.

Helenistik, Roma, Abbasi, Osmanlı vb dönemleri içeren arkeolojik tabakaların kazılması ve burada saklanan bilginin gün yüzüne çıkarılması en başta biz arkeologları sevindirir-sevindirmeli. Ama işin içinde kendinden başka kimseye söz hakkı tanımayan iktidarın Kudüs gibi birçok dini grubun ortak-kolektif ürünü olan bir şehirde dediğim dedik çaldığım düdük tavrına bürünmesi ve baskı ile sözünü geçirmesi, bununla birlikte kimi taşınmazlara pozitif ayrımcılık yapması varsa o başta söylediğim şey yani mutlu olma hali yok oluyor. Bunların dışında kendi içindeki aşırı sağcı grupların tapınak tepesine dönük zikrettiği ve ördüğü hak ve haklara, Mescid-i Aksa’nın ilk tapınağın üstüne inşa edildiği gerçeğinden yola çıkarak buranın yıkılıp eski tapınağın yeniden inşa edilmesi taleplerine çanak tutar vaziyette ”arkeolojik” çalışmalar yürütmesi sıkı bir yuh! dedirtiyor insana. Bu kafaya göre İstanbul gibi birçok dünya şehrinde yer alan tarihi taşınmazlar, selef yapılar nedeniyle onlarda hak iddia eden gruplarca yıkılabilir, öncekini yeniden ortaya çıkarmak-inşa etmek kaydıyla?! İşte biz burdaki çıkarcı mantıksızlığa siyonizm diyoruz.

*Bu yazı 16 Şubat 2013 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder