Okan Sezer
Arkeoloji her türlü ideolojinin, devletin vb yapılanmanın aracı oldu geçmişte. Gustaf Kossinna tarafından örgütlenen Nazi eğitim müfredatı lise ve ilkokul seviyesindeki okullarda uygulanmış, Nazi ideolojisine uygun prehistorya dersleri işlenmiş, yine işbu ideolojiyle uyumlu kültüre dönük tanımlamalar yapılmıştır. Kapitalizm eleştirisine girişen birçok sistem karşıtı, sayılı Marksist arkeolog ve antropolog üzerinden yanlı tarihi göndermeler yapıp tüm prehistorik avcı-toplayıcı kabileleri püripak egaliter ilan etmiştir. Bunlar en uç örnekleriydi. 19. ve 20. yy bunun gibi nice denemelerle dolu.
Arkeoloji her türlü ideolojinin, devletin vb yapılanmanın aracı oldu geçmişte. Gustaf Kossinna tarafından örgütlenen Nazi eğitim müfredatı lise ve ilkokul seviyesindeki okullarda uygulanmış, Nazi ideolojisine uygun prehistorya dersleri işlenmiş, yine işbu ideolojiyle uyumlu kültüre dönük tanımlamalar yapılmıştır. Kapitalizm eleştirisine girişen birçok sistem karşıtı, sayılı Marksist arkeolog ve antropolog üzerinden yanlı tarihi göndermeler yapıp tüm prehistorik avcı-toplayıcı kabileleri püripak egaliter ilan etmiştir. Bunlar en uç örnekleriydi. 19. ve 20. yy bunun gibi nice denemelerle dolu.
Kubbetü's Sahra, 19. yy. |
Kudüs, İbrahimi kökenli üç din için en kutsal şehirlerden biri. Hatta
şöyle demeli; bu üç dinin kesiştiği en önemli nokta, ortak küme: Kudüs.
Şehir -birçok çağda olduğu gibi- Orta Çağ’da, Haçlı Seferleri’yle
birlikte, sürekli el değiştiriyor. Bu el değiştirmeler neticesinde
herhangi bir yapı x döneminde kilise iken y döneminde cami, z döneminde
ise sinagog olmuş. Birçok yapı insan toplumun kolektif ürünü ve işin özü
şu ki birini bir diğerinden ayırmak ya da rafine etmek imkansız. Hal
böyleyken, şu an için konuşuyorum, verili tüm ikili, üçlü ve hatta daha
daha çoklu antlaşmadan, devletlerarası sözleşmelerden ve bunların
sınandığı arenadan bağımsız herkesçe kabul edilebilecek arkeolojik
uygulamalar ve korumalar işletilmeli günümüz Kudüsü'nde.
Kudüs’ün statüsü belirsizliğini koruyor. Ortadoğu’da dönen kirli savaşın
en gaddar tarafı ve işbu gaddara karşı temiz kalmaya çalışan diğer
taraf, belirsizliğe dönük karşılıklı tartışmalara, resmi olmayan ama
kendi tabanlarını motive etmeye dönük açıklamalar yapmaya devam ediyor.
Siyonist devletin başkenti resmi kaynaklarda Tel Aviv olarak geçmekte.
Ama her türlü uluslararası arenada ”Benim başkentim Kudüs’tür!” şeklinde
bağırmakta ve kabul ettirebildiği yerlerde başkent olarak Kudüs’ü
yazdırmakta. Bir nevi de facto hali. Filistin tarafındaki iddia ise
ulusalcılık ve politik İslam üzerinden şekillenmekte. Kimi noktalarda
birbirinden uzaklaşıp iki adım ötede birleşebiliyor bu iddia. Buna göre
zaten tüm İslam dünyasında, Mescid-i Aksa’yı barındıran, en kutsal
şehirlerden biri kabul edilen Kudüs Filistin halkının başkenti diğer tüm
etnik ve dini gruplarla. Politik güç olarak üstünlüğü bariz olan
siyonist devlet tüm aygıtları ile kendi iddiasını kanıtlamaya çalışıyor,
bu iddia için her türlü aygıtı devreye soktu, buna devam edeceği de
kesin.
Eski şehirdeki tapınak tepesinin hava fotoğrafı, merkezde Kubbetü's Sahra, harfler siyonist gruplarca yerleştirilmiş, Süleyman Tapınağı'nın olası yerlerini göstermekte |
Siyonist bilim-arkeoloji kurumları tam anlamıyla ya da, keskin bir şekilde bu motifi işlemiyor şimdilik. Hatta zaman zaman eski şehirde varolan İslami taşınmazın yeterince korunmadığını söyleyip, ”şimdiye kadarki periyotta tarihi anlamaktan çok doğal yıkım süreçlerine, yeni inşaalara, ideolojik göndermelere yer verildi” tadında ek itiraflarda bulunabiliyorlar. Yahudi çeyreğinin dışında kalan çeyrekleri de ilgilendiren arkeolojik kazı-yeni inşaat vb konularda başına buyruk bir şekilde hareket ediyor Kudüs Belediyesi. En son tapınak tepesinin güney batı ucuna bakan kısmında, Ağlama Duvarı olarak bilinen yapıyı da içine alan platformda (Ki burası aynı zamanda Idf’ye ait güçlerin bekleme yeri, bir çeşit kontrol noktası) çalışma başlatıldı. Mescid-i Aksa ve Kubbetü’s Sahra’yı görüş alanının ortasına alarak yapılması planan merkez için Ağlama Duvarı’na bitişik yapıların kimi kısımları yıkıldı. Tarihi ya da arkeolojik envantere, taşınmaza gireceği şüpheli yapı alanlarının yıkılması başka biR şey, Yahudi çeyreğinde kalıyor velakin buraya yapmaya amaçladıkları, içinde polis merkezi, sinagog ve alış-veriş dükkanları olacak yapının inşaatı sırasında tapınak tepesine vereceği zarar, bunun ihtimali konuşulmamış. Mescid-i Aksa Vakfı bizi doğruluyor.
Yapılması planlanan merkez için yer açma/yıkım çalışmaları |
Bin 996 yılında kararlaştırılıyor ilk önce. Buna göre tapınak tepesinin
batı surları boyunca arkeolojik bir tünel inşa edilecekti. Aslında Batı
Duvarı boyunca uzanan antik tüneller tekrar gün yüzüne çıkarılacaktı.
Çalışmalar büyük ölçüde tamamlandı. Siyonist devletin buradaki zorbalığı
ise Müslüman çeyreğinde yer alan Via Dolorosa’a tünel girişi açmak
oldu. Mescid-i Aksa Vakfı’ndan yetkililer, yeniden açılan bu tünelin
-bilhassa Müslüman çeyreğinin altında kalan kısmının- buradaki yapıları
tehdit ettiğini, tünel altında işletilen sağlamlaştırma tekniklerinin
bir işe yaramayacağını, yukarıdaki yapıların doğal dayanma gücünün yok
edildiğini söylemekte. Ve en önemli iddia ise; bu tünelin asıl amacı
Süleyman Tapınağı’nın kalıntılarını bulmak ve aşırı politik grupları bu
yönde teşvik etmek.
2007 yılında yapımı tamamlanan bir başka tehdit: Mughrabi Köprüsü.
Köprü, Batı (Ağlama) Duvarı meydanını tapınak tepesi ile birleştirmek
için inşa ediliyor. Meydana göre yüksek bir kotada kalan Mughrabi
kapısına daha önce eski toprak bi’ rampadan ulaşılıyordu. Aslında
ulaşıma kapalıydı güvenli olmadığı gerekçesiyle. Şu anki köprü çok mu
güvenli? O dönem Kudüs belediye başkanlığı yapmış Uri Lupolianski ve
dahi ilk arap bakan olarak ün yapmış Ghaleb Majadele de köprünün
tehlikeli olduğunu ve yapılan arkeolojik kazıların illegal olduğunu
kabul ediyordu. Bunun dışında şehir mühendislerinden Shlomo Eshkol,
Western Wall Heritage Foundation’a yazdığı mektupta köprünün halk
güvenliğini tehdit ettiğini ve çevresinde yer alan diğer yapıları
(Bilhassa tapınak tepesinde yer alan Mescid-i Aksa’yı) olumsuz anlamda
etkilediğini söyledi ve yetkilileri uyardı.
Helenistik, Roma, Abbasi, Osmanlı vb dönemleri içeren arkeolojik
tabakaların kazılması ve burada saklanan bilginin gün yüzüne çıkarılması
en başta biz arkeologları sevindirir-sevindirmeli. Ama işin içinde
kendinden başka kimseye söz hakkı tanımayan iktidarın Kudüs gibi birçok
dini grubun ortak-kolektif ürünü olan bir şehirde dediğim dedik çaldığım
düdük tavrına bürünmesi ve baskı ile sözünü geçirmesi, bununla
birlikte kimi taşınmazlara pozitif ayrımcılık yapması varsa o başta
söylediğim şey yani mutlu olma hali yok oluyor. Bunların dışında kendi
içindeki aşırı sağcı grupların tapınak tepesine dönük zikrettiği ve
ördüğü hak ve haklara, Mescid-i Aksa’nın ilk tapınağın üstüne inşa
edildiği gerçeğinden yola çıkarak buranın yıkılıp eski tapınağın yeniden
inşa edilmesi taleplerine çanak tutar vaziyette ”arkeolojik” çalışmalar
yürütmesi sıkı bir yuh! dedirtiyor insana. Bu kafaya göre İstanbul gibi
birçok dünya şehrinde yer alan tarihi taşınmazlar, selef yapılar
nedeniyle onlarda hak iddia eden gruplarca yıkılabilir, öncekini yeniden
ortaya çıkarmak-inşa etmek kaydıyla?! İşte biz burdaki çıkarcı
mantıksızlığa siyonizm diyoruz.
*Bu yazı 16 Şubat 2013 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder