Okan Sezer
Neolitik dönem arkeolojisinde bırak Anadolu’da olmayı, tüm dünyada söz sahibi olan en önemli birkaç arkeologtan biri Mehmet hocamız. Çalışma yapmış olduğu alana ait teorilere hakimiyetinin dışında yine aynı alana getirmiş olduğu teorik yorumlarla, her teorinin kendi içinde taşıdığı tutarlılığa yapmış olduğu vurguyla bütünlüklü bakabilmiş birçok şeye. Aslında onu tanıtmak bile büyük güç ister. Memleket arkeolojisinin taşıdığı politik sorunlara dair birkaç kelam okursanız bir yerlerde bilin ki bu laflar ya Mehmet hocaya aittir yahut da ondan esin alınarak neşredilmiştir. O bir duayen anlayacağınız.
Neolitik dönem arkeolojisinde bırak Anadolu’da olmayı, tüm dünyada söz sahibi olan en önemli birkaç arkeologtan biri Mehmet hocamız. Çalışma yapmış olduğu alana ait teorilere hakimiyetinin dışında yine aynı alana getirmiş olduğu teorik yorumlarla, her teorinin kendi içinde taşıdığı tutarlılığa yapmış olduğu vurguyla bütünlüklü bakabilmiş birçok şeye. Aslında onu tanıtmak bile büyük güç ister. Memleket arkeolojisinin taşıdığı politik sorunlara dair birkaç kelam okursanız bir yerlerde bilin ki bu laflar ya Mehmet hocaya aittir yahut da ondan esin alınarak neşredilmiştir. O bir duayen anlayacağınız.
Tam adı Actual Archaeology Magazine Anatolia ve yayın dili de ingilizce olan bir dergiye sahibiz. Şu an elimde derginin 4. ve son sayısı var. Mehmet Bezdan isimli editöre sahip derginin bu son sayısı İnsanlığın İlk Adımları adını taşıyor. Bu sayının ana
ekseni çekirdek merkezlerden biri Anadolu ve burdaki ”uygarlık”
paketinin (Mehmet Özdoğan kazandirdi terminolojiye) batıya olan göçü. Güzel bir sayı aslında, alanına hakim
araştırmacılar, -bizim için- ünlü isimler göze çarpıyor. Mehmet hocanın
yazısı da Neolitizasyonu Anlama üst başlığına sahip,
neolitik teriminin tarihinden ve yine neolitik dönemin kendi içindeki
bölümlendirilmesinden başlayıp neolitik pakete ordan da çekirdek merkez
Anadolu’ya geliyor. Yazının son pasajları Neolitik Kültürler ve Deniz
ile isimlendirilmiş. Hoca burda, önceki kazılarda edindiğimiz
bilgilerden, topladığımız buluntulardan çok farklı sonuçlar veren sualtı
kazılarına, geçmiş-şimdi arasında değişen coğrafik sınırlarla atıf
yapıyor ve şuna benzer şeyler ekliyor; ”sualtı arkeolojisi batıkları
inceleyen, bu alanda uzmanlaşan dal ile yerleşim arkeolojisi olarak
ikiye ayrılıyor, değişen kıyı çizgileri hasebiyle.” Konu ilerliyor,
nehirlerle taşınan dolguların koruyucu özelliğine, ordan da işbu
nehirler üstüne kurulan barajların dolgulara dolaylı yoldan yaptığı
menfi etkilere geçiliyor ve şu ifadeler kullanılıyor:
”Now, dams cut the flow of water of almost all the streams and the
deltas on land lose ground and the fill covering and preserving the
underwater Neolithic settlements are being eroded by flow and waves. In
this way, the preserving fills are not being renewed. Neolithic
settlements in Israel which were preserved by fills carried by the Nile
River are the first examples for this case and because the settlements
began to cease to exist rapidly, rescue excavations were started.”
Aslında özetin özeti, alıntının alıntısı şudur: Neolithic settlements in
Israel which were preserved by fills carried by the Nile River are the
first examples for this case and because the settlements began to cease
to exist rapidly, rescue excavations were started.
Elimizde bir adet Nil nehri, Nil nehrinin taşıdığı dolgular, neolitik
yerleşmeler ve tüm bunların yaşandığı İsrail var?! Nil nehri doğu
Afrika’da bilmem kaç km boyunca uzanan ve Akdeniz’e dökülen güzide bir
nehrimiz. Tarih içinde ve tabi tarih öncesinde birçok uygarlığı
besliyor, yaşam kaynağı oluyor. Bildiğim kadarıyla da denize döküldüğü
alanda oluşturduğu deltanın tamamı Mısır Arap Cumhuriyeti’nin sınırları
içinde. Resmi olanı bu. Bir de tabi, kutsal metinlerde geçtiği söylenen,
politik siyonistlerce şiar edinilen ve günümüz İsrail devletinin
bayrağında iki kalın mavi çizgi ile simgelenen coğrafya mevcut. Buna
göre yaradan Nil ve Fırat arasında kalan toprakları İbraniler’e tahsis
etmiştir. Bir başka şey ise, -bence sakat yanı bariz görülebilen-
günümüzden önce işbu topluluğunun sınırları çizilen alanda
yaşamalarından ötürü coğrafik olarak bu terimin kullanılması, buna
binaen oluşturulan ve resmi olmayan coğrafik terimlere bir örnek
olması?!
Derginin künyesine baktığımda iki adet
çevirmen gözüme çarptı. Yazı yayınlama politikası, şekli ve de şemali
nedir bilmiyorum ama göze çarpan iki çevirmen, yazarların metni kendi
anadillerinde yolladıklarını daha sonra da tezgahta bu kişilerce
ingilizceye çevrildiğini düşündürüyor?! Pek sanmıyorum. Mehmet Özdoğan
ne demek istedi? Onu da bilmiyorum?!
Değerlinin biri diyordu büyük yangınlar
büyük kalabalıklarca görülür, mumun çıkardığı alev ise sessizdir,
saklanır, dikkatli bakmayan göz-gözler onu göremez. E tabi benim şimdi
bu söz ve işbu yukarıdaki durumdan beslenip birtakım politik
çıkarsamalar yapmam bana kalırsa da sakıncalı. Sadece: Bilmiyorum. Belki
de daha başka bi’ şey?! Benimkisi iyi niyetli anlama çabası o kadar.
Ee tabi, Nil’in taşıdığı alüvyonlar o
kadar çok ve akıntısı da o kadar yüksek ve hızlı ki, İsrail’in Akdeniz
açıklarında su altında kalmış Neolitik yerleşmelerin üstüne kadar
taşıyor alüvyonları da olabilir?!
*Bu yazı 26 Ocak 2013 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder