Okan Sezer
İnsanoğlu maddeyi yorumlayıp benlik kazandığından beri belki onlarca belki de yüzlerce kez keşfetti kıta amerikasını tıpkı diğer coğrafyalar gibi. Elimizdeki somut veriler ve onların tartışma aşamasında yarattığı inanılmaz çekim alanı ve de geçmişi şimdinin koşulları ile düşünme hastalığı bazı şeyleri perdelemeye devam ediyor. Kaybolan yap-boz parçalarının hepsini bulmayı amaçlıyorsak eğer, şimdi ve geçmiş arasındaki ilişkinin sonsuza dek çözülemeyeceği anlamına gelen vilayete doğru süratle ilerliyoruz demektir.
İnsanoğlu maddeyi yorumlayıp benlik kazandığından beri belki onlarca belki de yüzlerce kez keşfetti kıta amerikasını tıpkı diğer coğrafyalar gibi. Elimizdeki somut veriler ve onların tartışma aşamasında yarattığı inanılmaz çekim alanı ve de geçmişi şimdinin koşulları ile düşünme hastalığı bazı şeyleri perdelemeye devam ediyor. Kaybolan yap-boz parçalarının hepsini bulmayı amaçlıyorsak eğer, şimdi ve geçmiş arasındaki ilişkinin sonsuza dek çözülemeyeceği anlamına gelen vilayete doğru süratle ilerliyoruz demektir.
Bin 900’lerin başında Amerika’nın yaklaşık 5000 yıl önce iskân edilmeye
başlandığı düşünülüyordu. Bu düşünce -yeniden eskiye doğru olacak
şekilde- kıtanın ilk kez İskandinav halklarınca Orta Çağ’da keşfedildiği
ve kıtanın ilk kez Yeni Çağ’ın Avrupalı seyyahları tarafından
keşfedilip bugünkü halini aldığı tezlerinden-düşüncelerinden sonra hâkim
olmaya başlamış. Bu tarihten birkaç yıl sonra yapılan keşifler ise
geçtiğimiz yüzyılın sonuna kadar sarsılmaz bir şekilde güçlü olacak,
Amerika’nın ilk yerlilerini New Mexico yakınlarında alet çantasının
büyük kısmını bırakmış olan Clovis Kültürü ilan edecektir. Günümüz bizon
türünün soyu tükenmiş üyeleri ve yine mastodon vb hayvanların geçmiş üyelerinin
avcılığı ile geçinen bu kültür sapa-takılır, iki yüzeyli ve uca doğru
incelen uç ve geniş dilgi üretimi (1) ile karakterize
olmakta. Yapımında egzotik hammadde kullanımı baskın olan geometrik uç
üretimi dışında kemik tipi malzemelerden üretilmiş olan bız, nadir de
olsa aynı organik-inorganik hammaddelerden yapılma burin ve borer tipi
aletler de Clovis uzmanlarının çantasında bulunmaktaydı. Tüm bu
buluntular günümüzden 13.500 yıl öncesine tarihleniyor. İşte sorun tam
da burada başlıyor.
Pre-Clovis:
Öncül çalışmaları bin 950’lere (+15 -15 yıl)
tekabül eden çeşitli kazılar yüzyıl sonunda sistemli ve bilimsel bir
omurgada tutturuluyor ve atölye çalışmalarıyla ortaya çıkan
tarihlendirmeler Amerika’nın ilk kolonicileri olarak sunulan Clovis
Kültürü’nün pabucunu dama atıyordu. İçlerinde en önemlisi Oregon
eyaletinde yer alan Paisley Mağaraları. Aslında bu keşif sadece olumsuz
anlamda Clovis’in fiyakasını bozmuş gibi gözükse de Clovis’le inşa
edilen Bering Land Bridge Hipotezi’nin elini ciddi şekilde güçlendirdi.
Soyu tükenmiş at, deve ve çeşitli memeli kemiklerinin ortaya çıkarıldığı
mağaralar günümüzden 14.500 yıl öncesine tarihlendi. Bu,
buzul-buzularası geçiş dönemlerinde dünya su sistemindeki kütlesel
çekilişlerle açığa çıkan kara köprülerinin ve buradaki önemli isim olan
Bering Land Bridge’den kıta içlerine kuzey-güney doğrultusunda uzanan
kolonici trafiğinin kanıtlanmasında, buna dönük tezlerin
güçlendirilmesinde kullanıldı-kullanılıyor. Ve bir başka önemli şey olan
DNA analizleri: Analizler günümüz ‘’modern’’ Asyalı’nın genomuyla sıkı
ilişkiler taşıyor. Bir diğer önemli başlık ise hayvan göçleri. Aynı
hipoteze göre kara köprüsünden yıllık olağan geçişlerini yapan hayvan
sürüleri peşine Asyalı avcı-toplayıcı kabileleri taktı (Zira,
insanoğlunun doğduğu yer değil doyduğu yer mekanı olmuştur! Toprağa
yerleşiklik, epik anlatımlarla başı göğü delen ulus-devlet tek ve çok
ama çok basit bir şeyden inşa edilmişti işin aslında).
Bin 970’lerin sonlarında Emanuel Manis isimli çiftçi tarafından
bulunuyor. Amerikan Mastodon cinsi bireyin kaburga kemiği olan
arkeolojik buluntu Birleşik Devletler-Kanada sınırında (Buluntunun gün
yüzüne çıktığı Olympic adlı yarımada Birleşik Devletler sınırlarındayken
yarımadayı ayıran suyun karşı kıyısı Kanada’ya ait). Arkeolojik
buluntu; zira kemiğe insan elinden çıkma mızrak (?) ucuna ait bir parça
saplanmıştır. University of Copenhagen ve University of Texas A&M’in
işbu buluntu üstüne birlikte yapmış olduğu çalışma geçtiğimiz yıllarda
sonuç verdi ve uluslararası bilim dergisi Science’da yayınlandı (2). Çalışmaya göre kaburga parçası, günümüzden -aşağı yukarı- 14.000 yıl önceki av sezonundan arta kalma birkaç parçadan biri.
Tarihlendirme çalışmaları 2011 yılında Science'da yayınlanan uç saplı mastodon kemiği |
Kuzey-güney doğrultusunda uzanan göç rotasına uygun, kıtanın ilk
iskâncılarının Asyalı olduğunu iddia eden hipotezle uyumlu bir diğer
bölge Paisley Mağaraları ve uydularından yaklaşık 1000 km güneyde yer
alan California açıklarındaki Channel Islands. Buradaki tarihlendirme
ise Paisley’e göre daha yeni. Yaklaşık olarak günümüzden 11.500 ila
13.000 yıl öncesine dayanıyor. Hızlı kıyı yerleşimleri şeklinde servis
edilen bu hipoteze göre iskân hareketleri günümüzden 15.000 ila 16.000
yıl önce başlıyor. Avustronezya gen-dil grubuna dahil edilen insan
topluluklarınca yapılan bu iskân rota olarak; Endonezya adalarını,
oradan daha kuzeye geçip Japon adalarını kullanıyor ve son olarak da
Bering Boğazı’nın 1500 km güneyinden, belirtilen tarihlerdeki kıyı
çizgilerini-sığ okyanus bölgelerini izleyerek Amerika kıtasının batı
kıyılarına ulaşmakta. Devamında ise önce kıtanın merkezine daha sonra
doğuya doğru genişledi işbu iskân. Kısaca ana hatları bunlar.
Velakin, tüm bu hipotezleri -bilhassa Bering Land Bridge- kanıtlayacak
arkeolojik kanıtlar tam olarak bulunamadı. Unutmamalıyız ki Amerika
kıtasının kökenine dair bu düşünce spekülasyonla temellendirilmiş olup
arkeolojik kanıtlarla desteklenemiyor (1). Tahmin
edilen transfer zamanlarında Bering Boğazı hiç bir canlı yaşamına uygun
değil. Canlı yaşamından kasıt, uzun mesafeli geçişler için kullanılmaya
müsait olmaması. Bering ile Amerika’nın en kuzeyinde kalan en eski
-şimdilik- paleolitik istasyon arasında yaklaşık 3500 km uzunluğunda bir
buzul kütlesi uzanmakta verilen tarihlerde. Bu hipotezi-hipotezleri
spekülasyon kalıbına sıkıştıran diğer önemli unsur ise sözkonusu buluntu
yerlerine tam tersi istikamette, 4000 km doğuda, Virginia eyaletinde
yer alan Cactus Hill adlı paleolitik istasyonun keşfi. Sadece Cactus
Hill de değil, güneyde Florida sınırlarında yer alan bir başka istasyon,
Aucilla River. 14.500 yıl önceye dayanan radyokarbon tarihleri sunmakta
Aucilla River buluntuları. Kuzeydeki Cactus Hill radyokarbon tarihleri
ise 15.000 yıldan daha fazla öncesine yerleştiriliyor. Bu istasyonlar
kıtanın batı ucundaki yerleşim yerlerinden en az 1000 yıl daha eski bi’
tarih/zaman sunuyor.
Bin 970’lerde İspanya’nın kuzeyindeki
Vasco-Cantabria bölgesinde ortaya çıkarılmış buluntular üzerinden
Solutrean Kültürü tanımlayan Jelinek, Solutrean ile Clovis tipi taş
teknolojisindeki büyük benzerliği gözden ırak etmiyor; yalnız
Solutrean’in Clovis’den yaklaşık 6000 yıl daha eskiye tarihlenip bu iki
kültür arasındaki zamansal boşluğu dolduracak buluntu yerlerinin
olmaması ve dahi bu iki endüstri merkezi arasında aşılması güç gözüken
Atlas Okyanusu’nun bulunması benzerliği ve Amerika’nın iskânı üzerine
bir başka hipotezin inşasını sonlandıramıyor.
Kıta iskânına dönük hipotezler |
Merkezde
bulunan Clovis yerleşmesinin batısında kalan istasyonlara oranla daha
eski tarihler-zamanlar veren yerleşmelerin yanı sıra, hızlı kıyı
yerleşimleri ve kara köprüsü fikrini destekleyecek sağlıklı, dişe
dokunur kanıtların olmaması, tahmin edilen göç rotası üstünde
ara-konaklama istasyonlarının bulunamaması bin 990’ların sonlarında
formüle edilen Solutrean Hipotezini daha çok düşünmemiz gerektiğini
işaret ediyor. Bruce Bradley ve Dennis Stanford bu hipotezin öncülü ve
en ateşli savunucuları. Doğuda (Clovis’e göre) kalan Atlantik kıyı
koridorundaki keşifler daha eskiye dayanıyor ama, buluntuyu ilk
inceleyen uzmanlar niteliksiz-zayıf, çört tipi malzemelerin
kullanımından ötürü tanımlama yapmaktan ve ‘’iddialı’’ sayılacak şeyler
söylemekten kaçınıyordu. İlerleyen zamanlarda yapılan tarihlendirme
çalışmalarındaki kesinlik ise Bradley ve Stanford’un öncülüğünü yapmış
olduğu hipotezin artık daha güçlü ve çekinmeden söylenebilir olmasını
sağlıyor.
20.000 yıl önce Avrupa’dan kaybolan
Solutrean Kültürü, çıkarılmak istenen yonganın çekirdek üstünde
belirlenip-tahayyül edilip taş harici daha yumuşak bir başka organik
malzeme vasıtasıyla daha kontrollü (Önceki teknolojilere oranla)
yongalama yapan bir endüstriye sahipti. Defne yaprağı biçimine sahip-bu
isimle anılan ve sapa takılan uç, aynı şekilde geniş dilgi üretimi
Clovis tipi teknoloji ve yerleşimlerinin Solutrean ile taşıdığı ortak
özelliklerden biri.
20.000 ile 13.500 yıl öncesindeki zaman
aralığını dolduran ve olası göç yolunda konumlanmış istasyonlar kesinlik
kazansa da paleocoğrafya atlasında buzullarla birbirine bağlanan ya da
dolaylı yollarla bütün gözüken kıtalar (Amerika-Avrupa) ve kuzeyi
buzullarla kaplı Atlas Okyanusu bu geçiş-transfer için aşılması güç
olarak değerlendirilmekte kimileri tarafından. Coğrafyanın sertliği,
olanakların kısıtlı oluşu ve azalışı ve yine diğer çevresel-iklimsel
etkenler ‘’normal’’ durumlarda ‘’imkansız’’ gözüken şeyleri ‘’güç’’
olarak değiştiriyor. Bu ahvâl geçmişte olduğu kadar, şimdiden geçmişe
kanca atan, ahvâlin fotoğrafını çekmeye çalışan bizler için de geçerli.
Bir kere işin içinde her şeyi göze almış prehistorik koloniciler ve
o’nların davranış şekilleri var. Bu süreklileşen davranışlar gensel
varlıktan, gensel varlık da süreklileşen davranış şekillerinden
beslenmekte kuşkusuz, ve yine kuşkusuz maddenin değişmezlerinden,
’’niteliğin niceliğe niceliğin niteliğe geçişi’’ ilkesinden
kaynaklanmakta tüm bu ahvâl.
Sebep zorunluluk-zorlayıcı çevresel etkenler de olmayabilir. Prehistorik
kolonicilerde de -bence- bulunan/bulunabilecek olan işbu diğer
etken-davranış çeşidi, yanisi ‘’merak’’, DRD4 adlı gene borçlu birçok
şeyi. Araştırmacılar DRD4-7R adı verilen ve insanların yaklaşık yüzde
20’sinde bulunan bu çeşidi, merak ve yerinde duramamaya bağlıyor.
İnsanların üzerinde yapılan onlarca araştırma, 7R’nin insanları çok daha
fazla risk almaya; yeni yerler, fikirler, yiyecekler, ilişkiler,
uyuşturucu ve seks olasılıkları keşfetmeye ve genel olarak harekete,
değişikliğe ve maceraya kucak açmaya ittiğini ortaya koyuyor (3).
Bağımlılık, merak ve cesareti olumsuz yönde etkileyen şeylerin tamamı
toprağa bağımlı üretim ilişkilerinden, bu ilişkilerin günümüze kadar
gelen çeşitli sosyo-ekonomik modellerinden, onların üretmiş olduğu
ideolojik sınırdan oluşma. Zaten yukarıdaki çalışmanın bir diğer sonucu,
işbu genin kentli ve artı değer sömürüsüne dayanan sosyo-ekonomik
sisteme tabi insanlara oranla günümüz avcı-toplayıcılarında daha fazla
barındığıdır.
El Pindal Mağarası'nda bulunan balık çizimi |
Bradley ve Stanford’un buradaki hipotezi ise, merak ve ilgili diğer
gensel dürtüler yahut da belli bir tür zorunluluktan ötürü harekete
geçen Solutrean kolonicilerinin kano benzeri deniz taşıtları ile önce
Britanya daha sonra İzlanda açıklarındaki eski kıyı çizgilerini takip
eden, Grönland üzerinden Newfoundland’ta sonlanan rotayı kullandığını
zikretmekte. Kara köprüsü fikrinde olduğu üzre burda da karşımıza çıkan
uzun yolculukta konaklama, bu yolculuğu sağlayacak besin kaynağı
meselesine son buzul çağındaki iklimsel-çevresel değişimler ile çözüm
bulmaya çalışıyorlar. Buna göre, rüzgar ve akıntı yönlerindeki büyük
değişimler okyanus zeminindeki oksijen yoğunluğu fazla olan alanların
zengin besin kaynaklarını okyanus yüzeyine çıkardı. Kano ve iklimsel
değişikliklerle ortaya çıkmış ve dahi yüzen dev bir platformu andıran
geniş buz kütleleri ile hareket eden kolonicilerin en önemli yaşam
kaynağı fok balıkları olmuş. Gelişigüzel bakıldığında sadece protein
kaynağı görülen ve bunun yanında kürkü ile insan topluluğunu ısıtan bu
av hayvanları, vücutlarındaki yağ ile buzun eritilip içme suyu elde
edilmesinde ve yemek yapımında kolonicilere avantaj sağlamış. Bunun
dışında Bradley ekliyor; kemikleri ile balıkçılıkta kullanılan iğne tipi
aletler yaptılar. Solutrean üzerine çalışan birçok araştırmacı deniz
kıyısı ve yüksek geniş düzlükler arasındaki küçük çatışmada,
alternatiflerde, seçimini yüksek geniş düzlüklerden yani karasal besin
kaynaklarından yana yapmış. Bu seçime ve seçimi destekleyen kimi
kanıtlara rağmen birçok Solutrean yerleşiminde denizi-okyanusu
hatırlatan kanıtlara-buluntulara da rastlanmış. İşbu buluntuların
arasında ilk olma özelliğini koruyan olta iğneleri olmakla beraber, sığ
sularda bulunmayan deniz kabuklularından yapılma kolyeler ve okyanusa
dair duvar çizimleri de bulunmakta.
Tüm bunlar tek merkezci yayılım ve yine bu tekçiliği-zamansal
artı-eksiliği şart koşan günümüz hakim düşünce yapısının etkisinden
sıyrılmak için de önemli. ‘’Uygarlık’’ denilen şeyler bütünü, ve bunlara
dair geçmiş içinde türettiğimiz şeyler farklı coğrafyalarda farklı
zamanlarda kesintilerle yaşandı ve sönümlendi. Aralarında halef-selef
ilişkisi yoktu birçoğunun. Burada, bilhassa diğer iki hipotezde, Out of
Africa modelinin ağırlığı hissedilmekte. Ama yeni keşifler,
tarihlendirmeler vb gösteriyor ki çoklu ortam daha akılcı ve meşru
kanıtları var, sıralı değil. Amerika başından beri Avrupalı mıydı?
Zararı olmayan miniminnacık asude bir soru sadece.
- Bradley B., Stanford D., 2004, The North Atlantic ice-edge corridor: a possible Palaeolithic route to the New World. World Archaeology 36: 459-478
- Waters R. Michael, et al, 2011, Pre-Clovis Mastodon Hunting 13,800 Years Ago at the Manis Site, Washington. Science 334: 351-353
- Dobbs D., 2013, Yerinde Duramayan Genler. National Geographic/Türkiye Ocak: 52-65
- Berenguer M., 1994, Prehistoric Cave Art in Northern Spain Asturias: 92
*Bu yazı 10 Şubat 2013 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder