10 Mayıs 2014 Cumartesi

Steven Kuhn: Kültürel varlıkların korunması dünyanın birçok yerinde büyük bir problem

Okan Sezer

Steven Kuhn (solda) İsmail Baykara (sağda)
Hominid teknolojisindeki evrimsel değişimlerin ekolojik ve sosyal bağlamları, taş teknolojisi, statü ve prehistorik ”bilgi teknolojisi” gibi alanlarla ilgilenen Prof. Steven Kuhn, Türkiye’deki arkeoloji çevresinin tanıdığı bir isim. Uzun yıllar Üçağızlı Mağarası (Antakya) ve Kaletepe Deresi 3 (Niğde) adlı Paleolitik istasyonlarda çalıştı. Arazi çalışmalarının yanı sıra çeşitli yerleşmelerden alınma Paleolitik malzemenin atölye çalışmasına katılmış ve analizlerde bulunmuştur.

S. Kuhn, hâlen The University of Arizona – The School of Anthropology‘deki görevine devam etmekte ve  şu sıralar araştırma yaptığı coğrafyalardan biri olan Güney Asya’da bulunmakta. Genel olarak problemler (bürokratik işleyiş – arkeolojik işleyiş) üzerinde dönen sorularımla küçük de olsa kendisiyle mülakat yapabildim. Beni kırmayıp vakit ayırdığı için kendisine  bir kez daha teşekkür ediyorum.

Türk Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı yönetmeliğe göre kazı evi, alanı ve kazı deposunun güvenliği kazı başkanınca sağlanmalı. Yerli araştırmacıların çalışmadıkları sezonlarda saydığımız alanların korunmasında müze ve bakanlık yardımcı olabilir şeklinde bir ifade var ama yabancı araştırmacıların çalışmaları için bu konuda bir ifade konulmamış. Sen Türkiye dışında da çalıştın. Çalıştığın ülkelerdeki ilgili bakanlıkların bu konudaki tutumu nasıldı? Sence bu tip şeyler kazı başkanının işi midir?

Birçok yerde kazıdan çıkan malzemenin depolanması işleminde kazı başkanının sorumluluk sahibi olduğuna dair bir şeyler biliyorum. Kazıların çıkan malzemenin depolanmasından sorumlu tutulması mantıklı, önce buluntular kazı alanına yakın bir yerde güvenlice ‘’saklanır’’ ve sonra müzeler ya da depolama tesisleri için para ödenmemiş olur.  Birleşik Devletler’deki arkeologlar müzelere ya da diğer depolama tesislerine ücret ödemek zorundadır malzemelerinin saklanmasını istiyorlarsa. Sitelerin korunması da para karşılığında yapılıyor ama bu çoğu zaman merkezi hükümetin işi olarak görülür. Neticede, önce siteyi korursunuz ve çok sonra kazarsınız. Çalıştığım diğer ülkelerde kazı alanının güvenliği için bekçi kiralamak tipik bir şey değildi.

Aynı yönetmelikte yerli-yabancı ayırt etmeksizin, ”Kazı Başkanı tarafından Türk bilim insanları arasından bir Kazı Başkan Yardımcısı belirlenir ve yıllık başvuru sırasında bu kişinin adı Genel Müdürlüğe bildirilir.” deniyor. Bu da yabancı kazılar için ekipte Türk bilim insanı barındırmayı zorunlu kılıyor. Öyle ki bu insan bakanlıkça birtakım yetkilere sahip oluyor. Türkiye’de yapmış olduğun geçmiş kazı deneyimlerinde bu durumu nasıl aştın? Bu henüz gerçekleşmedi ise olası bir durumda ne yapmayı düşünürsün?

Şimdiye kadar çalışmalarım yönetmelikten etkilenmedi. Ancak bana kalırsa, geçmişte Türk kazı takımlarıyla yakın işbirliği halinde çalışmamdan ve de kazı başkanının neredeyse her zaman bir Türk bilim insanı  olmasından ötürü olağan dışı bir örneğim ben. Bu durumu birkaç nedenden dolayı ben seçtim. Öncelikle, kimin kazı başkanı olarak yazılacağı benim için önemli değil, önemli olan işin sürmesi ve iyi yapılıyor olması. İkincisi, şartlar elverdiğince yerel araştırmacılarla yapılacak her türlü işbirliği etik olarak doğru görünüyor. Üç, Türk öğrencilerin eğitimleri ve araştırma için birçok ihtimal doğabiliyor. Dört, bunu anlamak çok zor olmasa gerek, Türk araştırmacılar politik durumu ve kazı izni alma sürecini benden daha iyi anlıyorlar.

Ben ayrıca kazı başkan yardımcısı ve belirlenmesi konusunda çalışma yaptığın diğer ülkelerin tutumunu da öğrenmek istiyorum.

Evrensel, ortak bir kural bu. Birçok ülke (yerel) kazı başkan yardımcısını zorunlu kılıyor uluslararası projelere. Uygulamanın potansiyel problemi, uluslararası projelerin sayısını ülkede bulunan nitelikli yani bu tip işler için ehliyeti olan (yerel) yardımcı başkan sayısıyla sınırlamak. Uygulama kısıtlayıcı olursa yardımcı başkanlar için yoğun rekabet anlamına gelebilir bu ve birçok önemli proje durabilir yönetmeliğe uygun yardımcı başkan bulunamamasından dolayı. 

İçinde bulunduğumuz kazı sezonunda Türkiye’deki yerli ve yabancı meslektaşların bir hayli zorluk çekti (Bu bir klasik). Örneğin, kazılar bakanlık tarafından fiili olarak durduruldu bir süreliğine. Türkiye’de çalıştığın kazı sezonlarında seni en çok ne zorladı?

Uluslararası araştırmacılara özel araştırma vizesi veren sistem çok karmaşık ve bazen oldukça yavaş. Vize işlemleri sırasında yaşanan gecikmelerden dolayı normal şartlarda yapacağımız masraftan daha fazlasını yapmak zorunda kaldık birçok kez. Bu para arazide daha iyi kullanılabilirdi. Bunların dışında çok daha büyük zorluklar yaşayan Türk ve yabancı araştırmacılar tanıyorum.  

Kaletepe Deresi 3 kazıları – Aşağı açma 2008
Yurt dışında arkeoloji kulisi var mıdır bilmiyorum ama ülkende ya da farklı ülkelerde, katıldığın konferanslarda meslektaşlarınla Türkiye ve Türk arkeolojisi hakkında yapmış olduğun en sık sohbet nedir? Meslektaşlarının Türk arkeolojisi hakkında yakındığı ya da övdüğü şeyler neler bunu bizle paylaşabilir misin? 

Arkeoloji kulisi ile tam olarak ne demek istediğini anlamadım. Ama uluslararası toplulukta Türkiye’deki yönetmeliğin oldukça karmaşık ve anlaşılmasının zor olduğuna dair genel bir izlenim var. Araştırma izinlerinin çok zor alındığı da bunları takip ediyor. Öte yandan uluslararası alanda Türkiye Arkeolojisi’ne büyük bir ilgi ve Türk bilim insanlarına da büyük bir saygı var. 

2002 yılında yayınladığın Paleolithic Archaeology in Turkey adlı makalende Türkiye’de bulunan Paleolitik istasyon alanlarındaki seyrekliği doğal nedenlerin haricinde araştırma noksanlığına da bağlıyordun. Aradan geçen on yılı aşkın sürede neler değişti? Haritaya baktığımızda bize birtakım soruların yanıtlanmasında yardımcı olabilecek yeni şeyler görebiliyor muyuz?

Bu makalenin yayınlandığı tarihten bu yana bazı gelişmeler yaşandı, ancak bunlar görmek istediklerimden çok daha az. Kaletepe Deresi 3’deki kazıları bitirdik, Karain ve Üçağızlı Mağaraları ile yeni projeler olan Direkli ve Sulu Mağaralarındaki kazılar devam ediyor. Doğu ve Batı Anadolu ile Trakya ve tabi ki Göllü Dağı’nın bulunduğu alanda ilginç yüzey buluntuları mevcut. Ancak ülkenin büyük çoğunluğu ya eksik biliniyor ya da neredeyse hiç keşfedilmemiş.

Kısmen araştırma eksikliği yansıyor, (şimdiye kadar) İstanbul ve Ankara olmak üzre Türkiye’de iki ana prehistorya departmanı vardı her zaman. İki kurum ya da takımın bu işi ne kadar yapabilecekleri sınırlı. Ben, hem hükümet tarafından ülkenin birçok küçük şehrine kurulan üniversiteleri hem de büyüyen özel üniversiteleri destekliyorum. Bu durum genç doktora öğrencilerine birçok fırsatla birlikte kendi takımlarını kurmalarını ve ülkenin farklı alanlarında çalışma yapmalarını sağlayacak.

Kaletepe Hominid göç rotasının çizilmesinde önemli, Anadolu’da bilinen nadir Paleolitik istasyonlardan biri. Tabaka vermesi önemini daha da arttırıyor. Yakın dönemde bilhassa Doğu Avrupa’da (Dealul Guran gibi) gerçekleştirilen Paleolitik keşiflerle tekrar eğildiğimizde son durumu, göç rotasını nasıl değerlendirmeliyiz kısaca bahsedebilir misin?

Hominidlerin Anadolu’ya yayılmalarındaki ekolojik ve zamansal bağlam göç rotasının çizilmesinde kullanılabilecek en önemli şeylerden biri bence ve bunu Türkiye’deki Paleolitik araştırmalarla elde edebiliriz. Büyük uluslararası araştırmalar, hominidlerin ne zaman ve nasıl yayıldıklarına ve onları çekirdek alanlara yayılmalarında neyin teşvik ettğini ya da geciktirdiğini anlamaya odaklanıyor. Orta Anadolu’nun Avrupa ile Afrika arasında bir rota olması çok bariz, ancak bu rota ekolojik anlamda zorlu bir alandan geçiyordu. Hominid nüfusunun Orta Anadolu’ya ne zaman ve nasıl yayıldığını öğrenmek Hominidlerin teknik ve bilişsel evrimleri hakkında bize çok önemli şeyler söyleyecek. 

Bu bağlamda Kaletepe malzemesini raflardan indirip tekrar incelemeyi ya da Orta Anadolu’da tekrar çalışmayı düşünüyor musun?

Uzun yıllar boyunca Türkiye ve Orta Anadolu’da tekrar çalışmayı umut ediyorum. Özellikle, phd seviyesinde güncel çalışmaları olan ya da ülkenin keşfedilmemiş alanlarında erken prehistorya üzerine yeni araştırma projelerine başlayacak olan  genç bilim insanlarıyla çalışmak için sabırsızlanıyorum. 

Şimdi soracağım soru diğerlerinden biraz daha farklı olacak. Bildiğin üzre Orta Doğu çalkantılı günler geçirmeye devam ediyor. Özellikle komşumuz Suriye ve Mısır yönetimleri otorite tesis etmekte zorlanıyor. Bu ülkelerdeki rejimlere karşı silahlı ve silahsız gösteriler düzenleyen İslamcı militanlar aynı zamanda kültürel mirası tehdit ediyor. Kimi antik eserler onların kontrolünde yağmalandı. Unesco haricinde kendi ülkelerinde ve diğer ülkelerde bu tip durumların kınanması ve daha etkili politikalar üretilmesi için çabalayacak uluslararası bir meslek yapılanması var mı?

Sadece Orta Doğu’da değil kültürel varlıkların korunması dünyanın birçok yerinde büyük bir problem. Bildiğim kadarıyla, Society for American Archaeology ve American Instiute of Archaeology gibi ulusal arkeoloji organizasyonları kendi ülkelerinde ürettikleri dar politik uğraşlara yoğunlaşıyorlar. Çeşitli ulusal organizasyonlar dünyanın hemen her yerinde bulunan kültürel mirasın korunması konusunda birleşebilseydi bu harika olurdu. Beri yandan iyimser de değilim yeteneklerinin ya da varlıklarının etki yapıp yapmayacağı sorusunda. Kültürel varlıkları tahrip edenler hakkında gerçek cezalar olmadığı müddetçe savaşın farklı taraflarında bulunan ülkeler bir grup arkeologun ‘’ayıplamasını’’ dinlemeyecektir.

*Bu röportaj 30 Ağustos 2013 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı. 
 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder