Steven Kuhn (solda) İsmail Baykara (sağda) |
Hominid teknolojisindeki evrimsel değişimlerin ekolojik ve sosyal
bağlamları, taş teknolojisi, statü ve prehistorik ”bilgi teknolojisi”
gibi alanlarla ilgilenen Prof. Steven Kuhn, Türkiye’deki arkeoloji çevresinin tanıdığı bir isim. Uzun yıllar Üçağızlı Mağarası (Antakya) ve Kaletepe Deresi 3
(Niğde) adlı Paleolitik istasyonlarda çalıştı. Arazi çalışmalarının
yanı sıra çeşitli yerleşmelerden alınma Paleolitik malzemenin atölye
çalışmasına katılmış ve analizlerde bulunmuştur.
S. Kuhn, hâlen The University of Arizona – The School of Anthropology‘deki
görevine devam etmekte ve şu sıralar araştırma yaptığı coğrafyalardan
biri olan Güney Asya’da bulunmakta. Genel olarak problemler (bürokratik
işleyiş – arkeolojik işleyiş) üzerinde dönen sorularımla küçük de olsa
kendisiyle mülakat yapabildim. Beni kırmayıp vakit ayırdığı için
kendisine bir kez daha teşekkür ediyorum.
Türk Kültür Bakanlığı’nın hazırladığı yönetmeliğe göre kazı evi,
alanı ve kazı deposunun güvenliği kazı başkanınca sağlanmalı. Yerli
araştırmacıların çalışmadıkları sezonlarda saydığımız alanların
korunmasında müze ve bakanlık yardımcı olabilir şeklinde bir ifade var
ama yabancı araştırmacıların çalışmaları için bu konuda bir ifade
konulmamış. Sen Türkiye dışında da çalıştın. Çalıştığın ülkelerdeki
ilgili bakanlıkların bu konudaki tutumu nasıldı? Sence bu tip şeyler
kazı başkanının işi midir?
Birçok yerde kazıdan çıkan malzemenin depolanması işleminde kazı
başkanının sorumluluk sahibi olduğuna dair bir şeyler biliyorum.
Kazıların çıkan malzemenin depolanmasından sorumlu tutulması mantıklı,
önce buluntular kazı alanına yakın bir yerde güvenlice ‘’saklanır’’ ve
sonra müzeler ya da depolama tesisleri için para ödenmemiş olur.
Birleşik Devletler’deki arkeologlar müzelere ya da diğer depolama
tesislerine ücret ödemek zorundadır malzemelerinin saklanmasını
istiyorlarsa. Sitelerin korunması da para karşılığında yapılıyor ama bu
çoğu zaman merkezi hükümetin işi olarak görülür. Neticede, önce siteyi
korursunuz ve çok sonra kazarsınız. Çalıştığım diğer ülkelerde kazı
alanının güvenliği için bekçi kiralamak tipik bir şey değildi.
Aynı yönetmelikte yerli-yabancı ayırt etmeksizin, ”Kazı Başkanı tarafından Türk bilim insanları arasından bir Kazı Başkan Yardımcısı belirlenir ve yıllık başvuru sırasında bu kişinin adı Genel Müdürlüğe bildirilir.” deniyor. Bu da yabancı kazılar için ekipte Türk bilim insanı barındırmayı zorunlu kılıyor. Öyle ki bu insan bakanlıkça birtakım yetkilere sahip oluyor. Türkiye’de yapmış olduğun geçmiş kazı deneyimlerinde bu durumu nasıl aştın? Bu henüz gerçekleşmedi ise olası bir durumda ne yapmayı düşünürsün?
Şimdiye kadar çalışmalarım yönetmelikten etkilenmedi. Ancak bana
kalırsa, geçmişte Türk kazı takımlarıyla yakın işbirliği halinde
çalışmamdan ve de kazı başkanının neredeyse her zaman bir Türk bilim
insanı olmasından ötürü olağan dışı bir örneğim ben. Bu durumu birkaç
nedenden dolayı ben seçtim. Öncelikle, kimin kazı başkanı olarak
yazılacağı benim için önemli değil, önemli olan işin sürmesi ve iyi
yapılıyor olması. İkincisi, şartlar elverdiğince yerel araştırmacılarla
yapılacak her türlü işbirliği etik olarak doğru görünüyor. Üç, Türk
öğrencilerin eğitimleri ve araştırma için birçok ihtimal doğabiliyor.
Dört, bunu anlamak çok zor olmasa gerek, Türk araştırmacılar politik
durumu ve kazı izni alma sürecini benden daha iyi anlıyorlar.
Ben ayrıca kazı başkan yardımcısı ve belirlenmesi konusunda çalışma yaptığın diğer ülkelerin tutumunu da öğrenmek istiyorum.
Evrensel, ortak bir kural bu. Birçok ülke (yerel) kazı başkan
yardımcısını zorunlu kılıyor uluslararası projelere. Uygulamanın
potansiyel problemi, uluslararası projelerin sayısını ülkede bulunan
nitelikli yani bu tip işler için ehliyeti olan (yerel) yardımcı başkan
sayısıyla sınırlamak. Uygulama kısıtlayıcı olursa yardımcı başkanlar
için yoğun rekabet anlamına gelebilir bu ve birçok önemli proje
durabilir yönetmeliğe uygun yardımcı başkan bulunamamasından dolayı.
İçinde bulunduğumuz kazı sezonunda Türkiye’deki yerli ve yabancı
meslektaşların bir hayli zorluk çekti (Bu bir klasik). Örneğin, kazılar
bakanlık tarafından fiili olarak durduruldu bir süreliğine. Türkiye’de
çalıştığın kazı sezonlarında seni en çok ne zorladı?
Uluslararası araştırmacılara özel araştırma vizesi veren sistem çok
karmaşık ve bazen oldukça yavaş. Vize işlemleri sırasında yaşanan
gecikmelerden dolayı normal şartlarda yapacağımız masraftan daha
fazlasını yapmak zorunda kaldık birçok kez. Bu para arazide daha iyi
kullanılabilirdi. Bunların dışında çok daha büyük zorluklar yaşayan Türk
ve yabancı araştırmacılar tanıyorum.
Kaletepe Deresi 3 kazıları – Aşağı açma 2008 |
Yurt dışında arkeoloji kulisi var mıdır bilmiyorum ama ülkende
ya da farklı ülkelerde, katıldığın konferanslarda meslektaşlarınla
Türkiye ve Türk arkeolojisi hakkında yapmış olduğun en sık sohbet nedir?
Meslektaşlarının Türk arkeolojisi hakkında yakındığı ya da övdüğü
şeyler neler bunu bizle paylaşabilir misin?
Arkeoloji kulisi ile tam olarak ne demek istediğini anlamadım. Ama
uluslararası toplulukta Türkiye’deki yönetmeliğin oldukça karmaşık ve
anlaşılmasının zor olduğuna dair genel bir izlenim var. Araştırma
izinlerinin çok zor alındığı da bunları takip ediyor. Öte yandan
uluslararası alanda Türkiye Arkeolojisi’ne büyük bir ilgi ve Türk bilim
insanlarına da büyük bir saygı var.
2002 yılında yayınladığın Paleolithic Archaeology in Turkey adlı
makalende Türkiye’de bulunan Paleolitik istasyon alanlarındaki
seyrekliği doğal nedenlerin haricinde araştırma noksanlığına da
bağlıyordun. Aradan geçen on yılı aşkın sürede neler değişti? Haritaya
baktığımızda bize birtakım soruların yanıtlanmasında yardımcı olabilecek
yeni şeyler görebiliyor muyuz?
Bu makalenin yayınlandığı tarihten bu
yana bazı gelişmeler yaşandı, ancak bunlar görmek istediklerimden çok
daha az. Kaletepe Deresi 3’deki kazıları bitirdik, Karain ve Üçağızlı
Mağaraları ile yeni projeler olan Direkli ve Sulu Mağaralarındaki
kazılar devam ediyor. Doğu ve Batı Anadolu ile Trakya ve tabi ki Göllü
Dağı’nın bulunduğu alanda ilginç yüzey buluntuları mevcut. Ancak ülkenin
büyük çoğunluğu ya eksik biliniyor ya da neredeyse hiç keşfedilmemiş.
Kısmen araştırma eksikliği yansıyor,
(şimdiye kadar) İstanbul ve Ankara olmak üzre Türkiye’de iki ana
prehistorya departmanı vardı her zaman. İki kurum ya da takımın bu işi
ne kadar yapabilecekleri sınırlı. Ben, hem hükümet tarafından ülkenin
birçok küçük şehrine kurulan üniversiteleri hem de büyüyen özel
üniversiteleri destekliyorum. Bu durum genç doktora öğrencilerine birçok
fırsatla birlikte kendi takımlarını kurmalarını ve ülkenin farklı
alanlarında çalışma yapmalarını sağlayacak.
Kaletepe Hominid göç rotasının çizilmesinde önemli, Anadolu’da
bilinen nadir Paleolitik istasyonlardan biri. Tabaka vermesi önemini
daha da arttırıyor. Yakın dönemde bilhassa Doğu Avrupa’da (Dealul Guran
gibi) gerçekleştirilen Paleolitik keşiflerle tekrar eğildiğimizde son
durumu, göç rotasını nasıl değerlendirmeliyiz kısaca bahsedebilir misin?
Hominidlerin Anadolu’ya yayılmalarındaki ekolojik ve zamansal bağlam göç
rotasının çizilmesinde kullanılabilecek en önemli şeylerden biri bence
ve bunu Türkiye’deki Paleolitik araştırmalarla elde edebiliriz. Büyük
uluslararası araştırmalar, hominidlerin ne zaman ve nasıl yayıldıklarına
ve onları çekirdek alanlara yayılmalarında neyin teşvik ettğini ya da
geciktirdiğini anlamaya odaklanıyor. Orta Anadolu’nun Avrupa ile Afrika
arasında bir rota olması çok bariz, ancak bu rota ekolojik anlamda zorlu
bir alandan geçiyordu. Hominid nüfusunun Orta Anadolu’ya ne zaman ve
nasıl yayıldığını öğrenmek Hominidlerin teknik ve bilişsel evrimleri
hakkında bize çok önemli şeyler söyleyecek.
Bu bağlamda Kaletepe malzemesini raflardan indirip tekrar incelemeyi ya da Orta Anadolu’da tekrar çalışmayı düşünüyor musun?
Uzun yıllar boyunca Türkiye ve Orta Anadolu’da tekrar çalışmayı umut
ediyorum. Özellikle, phd seviyesinde güncel çalışmaları olan ya da
ülkenin keşfedilmemiş alanlarında erken prehistorya üzerine yeni
araştırma projelerine başlayacak olan genç bilim insanlarıyla çalışmak
için sabırsızlanıyorum.
Şimdi soracağım soru diğerlerinden biraz daha farklı olacak.
Bildiğin üzre Orta Doğu çalkantılı günler geçirmeye devam ediyor.
Özellikle komşumuz Suriye ve Mısır yönetimleri otorite tesis etmekte
zorlanıyor. Bu ülkelerdeki rejimlere karşı silahlı ve silahsız
gösteriler düzenleyen İslamcı militanlar aynı zamanda kültürel mirası
tehdit ediyor. Kimi antik eserler onların kontrolünde yağmalandı.
Unesco haricinde kendi ülkelerinde ve diğer ülkelerde bu tip durumların
kınanması ve daha etkili politikalar üretilmesi için çabalayacak
uluslararası bir meslek yapılanması var mı?
Sadece Orta Doğu’da değil kültürel varlıkların korunması dünyanın birçok
yerinde büyük bir problem. Bildiğim kadarıyla, Society for American
Archaeology ve American Instiute of Archaeology gibi ulusal arkeoloji
organizasyonları kendi ülkelerinde ürettikleri dar politik uğraşlara
yoğunlaşıyorlar. Çeşitli ulusal organizasyonlar dünyanın hemen her
yerinde bulunan kültürel mirasın korunması konusunda birleşebilseydi bu
harika olurdu. Beri yandan iyimser de değilim yeteneklerinin ya da
varlıklarının etki yapıp yapmayacağı sorusunda. Kültürel varlıkları
tahrip edenler hakkında gerçek cezalar olmadığı müddetçe savaşın farklı
taraflarında bulunan ülkeler bir grup arkeologun ‘’ayıplamasını’’
dinlemeyecektir.
*Bu röportaj 30 Ağustos 2013 tarihinde Arkeoloji Gazetesi adlı blogta yayınlandı.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder